20 Haziran 2012 Çarşamba

Hüzün


Hüzün denilen duygu ne çok çıkıyor karşımıza… Bazen bir hayal kırıklığının etkisinde hissettiriyor kendini, bazen bir ayrılıkta, bazen bir kayıpta… Öyle ki, bir şarkıda bile hüzünlenebiliyor insan, hüznü hissedebiliyor.. İnsan ne kadar umursamaz olursa olsun öyle bir gün, öyle bir an geliyor ki hüzün denen duygu, o umursamaz insanı bile devirip devam edebiliyor yoluna. Umursamazı deviren hüzün, umursayanı yerle yeksan ediyor elbet; tabiri caizse ezip geçiyor. Dudakları mühürleyip gözleri konuşturan hüzün, bakışların sessizliğinde gösteriyor varlığını.
-
Kimisi hüznünü gizlemeye çalışır, biriktirir içinde; kimisi ise bekletmez döker.. Kimisi de öyle ümitsizce kaçar ki hüzünden, an gelir kendi bile inanmaz kaçabileceğine. Oysa zaten kaçmamak gerekir hüzünden; mutluluk, keyif, coşku ve diğerlerinin değeri nasıl bilinir ki hüznü yaşamadan, onu hissetmeden? Hüznü yaşamayan insan, mutluluğu yaşayabilir mi?

-
Hem güzeldir hüzün; “Ben dörtlük bile yazamam” diyeni şair yapar, insanı kendisiyle buluşturur. Hüzünden şarkı besteleyeni bile var yahu! “Ben Türk Sanat Müziği dinlemem” diyene öyle bir dinletir ki TSM’den seçmeleri, haftasında ezberlersin hüznüne uygun eserleri.
“Hüzün, geçmekte olan bir bulutun gölgesidir yalnızca…” – Yann MARTEL
Ne güzel yazmış Kanadalı yazar Yann MARTEL, Pi’nin Yaşamı (Life of Pi) isimli kitabında, değil mi? Her karanlığın sonu aydınlık değil mi? Her yağmurlu günün ertesinde, ıslak toprak kokusunun sade ve kesif kokusu, burnumuzda hayatın güzelliğine dair bir iz bırakmaz mı? Her yağmur bulutunun ardında -bulut ne kadar kara ve karamsar olursa olsun-, güneş saklı değil mi? Güneşi engelleyen bulutları dağıtmak için bir rüzgar yeterli; tıpkı bir insanın hayatımızdaki hüznü dağıtıp, yüzümüze, hüznün yerleştiği gözlerimize mutluluk getirebileceği gibi..
-
Son bir söz de benden olsun o zaman:
“İstediği kadar yıkıcı olsun, istediği kadar ezici; eninde sonunda hüzün de geçici.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder